17 Şubat 2017 Cuma

Palyaço İle Çocuk

Her koşulda mutlu olmayı çocuklardan öğrenin..

Hiç bir çocukla ,çocuk oldunuz mu.

Bombaların harap ettiği sokaklarında yığınların arasında herzamanki oyunlarını oynayan çocuklar, elindeki lastik terlik ile kankaları ile özçekim yapanlar, içi boşalmış el bombası ile futbol oynayanlar, nasıl başarıyorlar hiçbir şeye sahip değilken mutlu olmayı. Her durumda merak etmeye devam ettiklerinden mi, keşfetmekten vazgeçmediklerinden mi, sınırsız delilikten mi, bulundukları ortamı umursamadıklarından mı..

Ya özel çocuklar , belki zihnen belki bedenen engeli olanlar .. Onların dünyası da diğerleri gibi sınırsız mıdır , koşulsuz delilik , bitmeyen keşfetme dürtüsü..

Rutin bir cumartesi günü , hafif soğuk bir hava ,çocukları güldüreceğiz diyerek düştüğümüz bir yolun bittiği yerde coşkulu ve meraklı , çocuk olmaya değil, çocukluklarını yaşamaya , yetişkinlerin oluşturdukları bazen ellerine yüzlerine bulaştırdıkları , karmaşık dünyanın kuralları anlamak ve öğrenmek için diğerlerinden biraz daha özenli yardım almaya ihtiyacı olan özel çocukların dünyasına girdik.Onların izin verdiği ölçüde. Evet onların izin verdiği ölçüde çünkü , engeli olmayan çocuklarla iletişimdeyken bile örneğin bir çocuğu öpmek yada ona sarılmak istediğinizde ondan izin almanın kişisel gelişimi için çok büyük önemi varken, tek engeli kendini anlatmaya ,içindeki dünyayı dışarı çıkarmaya dışardaki dünyayı içerlerine almakta biraz zorlanan bu meleklere bir adım bile yakın olmak için izin almak gerekiyordu. Çünkü bakışından ,duruşundan saklanmak istemesinden , bir yabancıyla karşılaşmanın diğer  çocuklara göre daha fazla tedirginliği anlaşılıyordu yüzünde..Daha fazla özen göstermek, güvenini kazanmak için daha başka bir frekanstan onlara ulaşmayı denemek gerekiyordu. Üstelik her biri için farklı anahtarlar bulmak gerekiyordu. Kapıyı hiç açmayanlar da oldu. Neden o kadar korkmuştu , o korkusunu neden ortadan kaldıramamıştım, elimdeki hiçbir anahtar neden işe yaramamıştı bazılarında.. Belki de daha fazla ,çok daha fazla yalın , çok daha fazla naif mi olmak gerekiyordu. Bu kapı açılmadığında , yetkişkenler dünyasının izlerini bir anda silip atamamış olmak , bu izlerin ,bağların bizlerin - yada sadece benim- bu bağları ne kadar benimsediğimizi , onlarla ne kadar iç içe geçtiğimizi fark ettirdi bana.

Kapısın bana bir türlü açmayan , sadece yanında kendisiyle fotoğraf çekinmeme izin veren ama bunu yaparken de oturduğu sandalyeden güç alan Esma .. Ah esma ,benim güzel kısım , kalbimi nasıl erittin bir bilsen.

Eğlenirken yüzü rengarenk boyalı da olsa, başında rengarenk bir saç da olsa , bir türlü dudaklarını yaya yaya gülümseyemeyen , gülümsemenin nasıl bir şey olduğunu belki de bilemediğinden gülümseyemeyen , özel çocuklar var.

Çocukla çocuk olun , özel çocuklarla çocuk olun ,özel çocuklara gidin , yetkişinliğin kamburunu düşürmek için , özel çocuklara gidin onları güldürmek için , yetişkin olun onlara dünyalarını etraflarına neşeyle saçmalarına rehber olmak için.

28 Nisan 2016 Perşembe

KDN-2

Kadın kelimesinin çağlar boyunca insana hissettirdiği ile son yıllarda hissettirdiği tamam farklılaştı sanki..Dayak,cinayet ve tecavüz kelimelerinden ayrı konuşulamaz oldu..

Kadın anneydi oysaki,nesli çoğaltan,sevgi veren ,pişiren , hem yürek hem karın doyuran..Kadın sevgiliydi,aşığın maşuğuydu.Şarkılar şiirler söyleten,destanlar yazdırandı.

Zaman hızlandıkça ,binalar yükseldikçe,hayat kalabalıklaştıkça öylesine bir nokta oldu bunca hengame için.İstemiyorum diyemiyordu,istemediğinde ölüyordu,ya tecavüzü ya boşanmayı..Sevgisizlik bile isteyemiyordu.Ölüyordu sokak ortasında,çevredekiler için canlı bir şovun oyuncusu oluyordu,babasının ,abisinin karısı oluyordu..Öğretmeninin elinin kiri.

Susturuluyordu yada hiç sorulmuyordu bile..

Sistem kadının kimliğini öyle boşaltmıştı öyle boşaltmıştı ki..En yüksek tirajlı gazetelerin internet sayfalarının yarısı çıplak kadın bedenleriyle dolu,en iyi performansı nasıl gösterileceği  baskısı süslenerek sunuluyordu ki kadın heyecanla okusundu,gazete tık tirajı alındı.Erkeklerin kadın kavramının nedenli adeta bombardımana tutulduğunu görmemek mümkün değil.Bu adar yüksek dozajda kadın ve cinsellik kelimesine maru kalması ,tecavüZün bu kadar artmasına sebep bana kalırsa..Yasal yetersiz demeyin caydırıcı ceza diye birşeyin kimseye faydası yoktu,ceza suçtan fiiline yapıldıktan sonra gelir,KAdın öldükten ,ruhuna duygusuna bedenine böylesi bir darbe aldıktan sonra cezanın ne hükmü kalırki.Heran her yerde kadının cinselliğin ile zihinlerin uyuşması ne yazıkki sistemin sahiplerinin tükenmek bilmeyen hırslarının bir aracı sadece..Siyasi yada politik hiçbir boyutu da yok bana göre..

Bu zulüme rağmen umutsuzluk içinde değiliz,Allah'ın rahmeti bu zülmde helak olmuş tüm kalplerin üzerine olsun ,biz zaten büyük mahkeme de hesabının sorulacağını biliyoruz!

O sultan ki iki cihan sultanı hZ.muhammed Mustafa'nın hanımlarına sunduğu aşk,muhabbet ,saygı ve hürmet tüm kadınlar nasip olsun...Allah tüm erkeklere Muhammed Mustafa'nın ruhundan kalbinden ve muhabbetinden nasip etsin..

Asla yalnız yürümedin,çünkü Rabbin hep seninleydi.

Adını hatırlamadığım tüm mağdur ceylanların ruhu şad olsun...



10 Ocak 2016 Pazar

Dış Dünyadan Uzakta..

Dış dünyadan uzakta daha mı güzel herşey ... Yani televizyonu hiç açmadığında ,internete hiç bağlanmadığında .. İşkence,insana ,hayvana ,bebeğe tecavüz ,katliam ,hayvanlara eziyet , çocuklara eziyet , hiç uğruna çıkarılmak istenen savaşlar,ülkelerinden sürgün edilen ,kaçmaya mecbur bırakılan,hiçbir şeyden haberi olmayan masum yüreklerin can verişi dalgaların arasında, çocuklarına vermek istediklerini veremeyen , bu yüzden utanan ellerini önünde bağlayıp ,hıçkırarak ağlayan koca yürekli babalar.(bir tv programında oğlunun yatak odası tv programınca dekore edilen baba ,oğlunun mutluluğunu karşısında utanarak ,elini önünde bağlayarak -suçlu gibi -- hıçkırarak ağladı ..Sanki oğluna istediği şeyi verememek utanılacak birşey miydi? Değildi ama babanın yüreği kocamandı)

Dayanamıyor insan bazen ,inanmak istemiyor değil mi. İnansa da elinden birşey gelemeyince , görmek istemeyip ,kapatıyor ekranı en kolayı...

Küçücük bir çocuğa tuvaletini yaptı diye işkence eden bir canlı ..,?! Görüntüleri bilerek isteyerek izlemedim ,kaldıramayacağımı biliyordum çünkü ,habere ilişkin bağlantıları açmaya bile cesaret edemedim ,sadece özetini okudum ,izleyenlere sordum.. Duyunca bile yüreği dayanmazken insan izlediğinde nasıl dayanabilir. Nasıl devam edebilir hayatına hiçbir şey olmamış gibi. Ettik, ediyoruz.

Korkunç bir hızla akıp gidiyor zaman ,5 ay önce nerdeydim ,nerdeydik ,şimdi nerdeyiz...Koşturarak işe git,koşturarak öğle yemeğine git,koşturarak gel ,koşturarak eve git, koşturarak yemek yap, evli olanlar için ,çocukla eşle ilgilen ,sonra uyu..

Sohbet etmeye bile vakit yok bazen ...Sahi bu acelemiz ne için ?

Müslümanın yaptığı sahte can kurtaran yeleğini alan bir müslüman başka bir müslümanın eziyetinden kaçarken yitip giden bir hayat...

Bu hayatlara " niye kaçıyorsunuz kalıp ülkenizde savaşsanıza,savaşsınlar kendi ülkelerinde canım niye göç ediyorlar ,değer mi sefil olmaya ,gidip delikanlıca ölsünler !!!! "diye yorum yapan bir garip canlı türleri ...Gördüğüne ne de duyduğuna da inanamıyor insan ..

Bu saldırganlık,bu hastalıklı ruh hallerimiz,bu nefretimiz neye kime ? Arızi hallerimizi bile meşru göstermeye çalışacak kadar bir haber miyiz kendimizden , yoksa sarhoşmuyuz içimizdeki nefretten ...

Bu kadar tahammülü zorken bugün dış dünya ,çocuklarımız nasıl bir yarında ,neyin tahammülü için savaş verecek kimbilir...

Belkide en güzeli,sığınmaktı bütün nefeslerin sahibine , mahkeme kurulduğunda ,herkes için hak sahibine verildiğinde ,sonu olmayan bir huzur ülkesi...herkese hepimize inşallah...

7 Kasım 2015 Cumartesi

Eleştirinin Eleştirisinin Eleştirisi

Biraz politik biraz toplumsal biraz içsel biraz dışsal söyleyeceklerim.

Nefret içinde yüzdüğümüz,nefretle yoğrulduğumuz ve hatta nefretsiz yaşayamaz olduğumuz ,sıradan bir kabulleniş ,zaten olağan ,hayatımızın bir parçası.


İşyerinde,klavye başında ,tv izlerken ,gazete okurken ,her daim hefretle nefes alıp veriyoruz.Yapmak isteyip de yapamadıklarımızın ,söylemek isteyip de söyleyemediklerimizin altındaki ezilmişliğimiz çıkıveriyor ,yansıyıveriyor oraya buraya.En basit en küçük şeye bile.


Politikliği şurdan geliyor yazının 


Sosyal medyada bir fotoğraf ..Atatürk'ün yüzü gözü morarmış da,,tokatlayan da RTE'ymiş...Bu kadar zihnimizin içi boşalmış olabilir mi.Bu kadar karikatürize olabilir mi gerçekten hayata dair her tepkimiz.Acınası derecede komik değil mi.RTE vuruyorken ,Atatürk yapma abi diyor...Farkındamısın sen seni yönetecekleri seçmeni sana sağlayan sistemi tokatlattığın kişinin getirdiğini.


Yazının yazarı Atatürkçülük iddasında değildir.Çünkü Atatürkçülük için hiçbir şey yapmayıp,Atatürkçü'yüm iddasını zavallıca bulmaktadır çünkü.Fakat bu şuursuzluk nerden geliyor anlamamaktadır.Bu afyonu nerden bulmaktadır insanlar?? Başka bir sosyal medya yazısınında 29 Ekim'i kutlamıyorum ben ,halifeliğin kaldırılışı ..onun oluşu bunun kaldırılışının gününü neden kutlayım ki diyor.Neden seni yönetecek kişiyi ,zümreyi kendi hür iradenle seçebileceğin günün gelişini kutlamamaya dair bu zihin bulantısı ?? 


Ya karşı tarafın nefreti ..Yıllar öncesinden bugüne iktidarın hitap ettiği kitlenin mütemadiyen aşağılanması..Domuzlara çizilen başörtü, nasıl bir nefret ise ,o nefret nefret ettiği olguyu muktedir yaptı bugün.Evinde kanepesinde oturup göbeğini kaşıyan adam bunlar ,bidon kafalılar denilen ,bu derece basit bu derece sıradan ve sığ bir kesimin nasıl olduysa bunca yıldır akıllarının açılıp muhalefet tarafınca kazanılıp kendi saflarına bir türlü geçirilemeyeşinin nasıllığı ve nedenliği ,cevap bulamayan sorular galiba. " iktidarı seçenler bu kadar aptal ise ,bu kadar aptalın oyunu kendine alamamak nasıl bir aptallıktır" diye sormuş bir sosyal medya yazarı doğru sormuş .Mizahın içindeki acınası hali görmemek mümkün mü..


Cumhuriyetçiler ve muhafazakarlar her iki tarafta kendi içinde çelişik ,kendi içinde başa dönen bir sarmalın koşucuları... 


"iktidar partisi bugün bu yaptıkları ile geçmişin intikamını alıyor " demişti bir gazeteci bir tartışma programında.Geçmişteki aşağılamayı,küfrü itiraf edercesine.İkna odacılar, mezuniyetinde arkadaşının başörtüsünü bütün nefretiyle çekip çıkaran abla ,ülkesi için ne yapmaktadır acaba şimdi?


Ne söyleyeceğini bilemeyen ünlü gazetesi seçim değerlendirmesinde kutuplaşma var kutuplaşma demekten başka bir cümle cıkaramamıştı seçim gecesi ağzından.Tek ümidi kutuplaşmayı kazımak bundan nemalanmaktı ,herkes gibi.


Yolsuzluktan ,kara paracılardan nefret ederken,olayın başrol oyuncusunun eşi ünlü şarkıcıya para kazandırmaya ,hiçbirşey olmamış gibi hayatına devam etmesini sağlamaya devam ettik hepimiz.Bir fotbol magazancisini ,bugün kanal sahibi yaptık Amerika'dan ,Avrupa'dan ithal programlarını uyuşturulmuş gibi izlerken , kazandığı paraları zikretmekte zorlandık.


izlememek gibi bir tercihimiz varken , hem izledik hem küfrettik ,hem de iktidarın adamı nasıl olsa deyip sorumluluğu da bir güzel üstümüze attık.


Tarih derslerinde başlarını sıraya gömüp uyuyan bir nesil ,bugün osmanlıcılık oyununda heyyyt bre gafiller naraları atıyorlar ne büyük komedi.


Kendine konum bulamayanlar, ellerinde Atatürk resimleri sallayarak ,öfke kusuyor ,elinde kuran sallayarak gücüne güç katanlara...Şov aynı şov aslında değil mi aslında ? Öznesi farklı sadece ..


Yazarın şahit olabildiği yaşadığı 13 yıl öncesi , kalanı ise büyüklerin bildiği süre zarfında ,Atatürkçü'lük söylemindekilerin toplumdaki bu kadar aydın?! ,bu kadar entellektüele rağmen muktedir olamayışına kimse cevap bulamıyordu oysa..


Çünkü nefret etmesi en kolaydı ,söylenip söylenip yapmaması en kolay...Atatürk fotoğraflarını kopyala yapıştır yapıp orada burada yaymak ,vicdan rahatlatıyordu çünkü..Vecizelerin ,fotoğrafların altına "ciğerlerin hasta kurban olduğum keşke kalkmasaydın" arabeskliği, de en kolayıydı, tarih dersinde uyuyup bugün osmanlı hayalleri kuranlar kadar sarhoşçaydı.


Kimsenin ,hiçbirimizin aktif politika yapmayan,etken olmaya niyeti yoktu...Çünkü hepimiz Atatürk'ün askerleriydik.?! Anıtkabirde ellerimizde Türk bayrakları sallamak ,fotoğrafını çekip sosyal medyada yayınlamak baya bi havalıydı ,baya bi Atatürkçüydük..


Sıradan hayatlarımız,bazılarınınsa gözden çıkaramayacağı dolarları ,euroları vardı..Tek düşündüğü kurdu bazılarımızın ,bazılarımızınsa ,terfisini vermeyen yöneticisine duyduğu öfkeydi.İş arkadaşının attığı kazığa yaptığı sinsi intikam planları vardı bazılarımızın ,bazılarımızınsa insanların alışveriş yaptığı dev Kabe'lerden kazandığı para ile yeşilliklerin denizin kıyısındaki villasında içtiği viskisi...


Eleştiriyorduk ama değiştirmeye gücümüz ,adım atmaya takatimiz yoktu.Seyredip nefret ediyorduk sadece...


4 Ekim 2015 Pazar

Bir Gezi Yazısı ve Yıldırım Demirören

Aspendos .. her adımı tarih kokan ,güneşin neredeyse sahneden parladığı ,her açısı ışık dolu  ,muhteşem tiyatro..Merdivenleri , sütunları .. her an karşınıza sandaletli, ipek saçlı ,beyaz elbiseli güzel kokulu kadınların çıkacağını sandığınız ,kalabalığın uğultusunu bile duyabildiğiniz o denli canlı , eskiyemen eskimeyecek bir miras...hayatımın en güzel tatilinin başlangıç noktası... sıcak değil, güneş'in " ey insan ben burdayım" dercesine haykırdığı bir hava...

Köprülü kanyon , 14 km.lik 2,5 saat süren olağanüstü bir deneyim,güneşe karşı capcanlı ,hayat fışkıran ,dopdolu,buz gibi bir nehirde tadı tarifsiz bir heyecan ,manzara bir o kadar anlatılamayacak denli bir romanın parçasıymış ,bir filmin içindeymiş gibi hissettiren güzelliği...

Adını şuan hatırlayamadığım güzel koylar ,masmavi denizin ortası ,güneşin denizle dansının özel davetlilerinden biri gibiydim.

Fethiye ,saat sabahın 6.sı ,1.900 metreye heyecanla tırmanış, bulutların üstü ,bir şehre tepeden en tepeden bakmak , 1.900 metreden bir şehrin üstüne atlamak .Uçmak biraz ürkütsede ,tekrar tekrar başa dönmeyi istemek ...bir sahile yumuşak bir iniş ...ve ŞÜKÜR..

Saklıkent ,yine güneş ,takipte..İki dağın arası ,ince ve serin bir yol ,arasından çoşkuyla koşup gelen bir dere , pırıl pırıl çakıltaşları ,buz gibi suyun içinden geçerken her şeyi unutmak..ama herşeyi..

Muğla ,güneşin meydan okuyuşuna boyun eğiş, ışıklarının içinden geçiş..Bir koy ,yemyeşil, şiirsel güzellikte..Rehber'in anlatısı "karşıda gördüğünüz yalı Yıldırım Demirören'in yalısı " bizler onu yaptığı AVM'lere tıkılırken kendisi ordan kazandığı para ile yazını burda geçiriyor"  cümlesi sade ,anlattığı ise ,tokat gibi , her gün yediğimiz ,yemeye alıştığımız artık kanıksadığımız bir tokat gibi.

Bodrum..değirmenler , bir tepenin üstünde , yalnız ,sade ,asil ve gururlu değirmenler, arkalarında beyaz evler ve sahil....

Bırakıp gelmek zoru ,bu şiiri ...Şükür ve inşalla bir kez daha...

#bodrum #muğla #güneş#hayatımıntatili#güneşindenizledansı

6 Eylül 2015 Pazar

Kıyıya Vuran Meleğe Mektup

Aşırı koşuşturmalı gündelik hayatlarımızda sert bir frene sebep olan küçük melek ... Huzurlu musun? Daha fazla zulm ,daha fazla acı daha fazla ihanet görmeden bu cehennemden kurtulduğun için ben mutluyum senin adına..Asla bilemezdin top koşturduğun sokaklardan yaka paşa koparılacağını , yarınların için ,ne olduğundan bir haber bindiğin o botu denizle geçerken ,heyecanlıydın belki de kimbilir.Küçücük kolların yetmezdi ki o dalgalara ,yetmezdi ki o koca denize.Kara vurduğunda, küçücük kalbin durduğunda ,cennet bahçendeki yeni hayatının kapısı açıldı..Biz büyükler alıştık adına dünya dediğimiz bu savaş alanına..Kanıksadık zulmü , bakıp şöyle şaşakalıp,sonra biraz lanet edip ,biraz da bela okuyup dünyayı bu hale getirenlere ,sonra devam ettik kendi gündelik kovalamacamıza...

Seni kıyda öylece yatarken gördüğümüzde bakma canımızın yandığında ,yanı başımızda yolda,durakta,sana benzer çocuklar gördüğümüzde hiçbirimiz onlara dokunmak onlarla gözgöze gelmek,yüzlerine gülümsemek bile istemiyoruz aslında..Hele ki elinde mendil varsa, bir öfkeyle bir hışımla yanlarından geçiveriyoruz.Adını bile sormuyoruz mesela...Hiç yokmuş gibi geçip gidiyoruz hızla...Korkutuğumuzdan mı dersin,yoksa kibrimizden mi ? 

Geleceğinden çalanlar kimbilir nerdeler ,hangi zalim hesaplar içindeler şimdi..Ve senin cansız bedenini kıyıya vurmuş gören bazı uygar toplumlar , senin gibi geleceğine koşanları topraklarına kabul etme kararı almışlar biliyormusun.. Savaş çığlıkları atanlar ,savaşı gördükten sonra barış demeye başlıyorlar , ne büyük iki yüzlülük değil mi? 

Meleğim sen sahipsiz değildin asla , sahibin seni çekti aldı bu geleceksizlikten, bu lanet savaştan...Meleğim sen şimdi ,sahilde koşup oynarken üstülerine bomba yağdırılan melek abilerini bul ,sarıl onlara ,cennet bahçenizi mutluluk çığlıklarınız ışıklandırsın..

Işıklar içindesin.Işık'ın içindesin.


31 Mayıs 2015 Pazar

İLE

" Romeo ve Juliet" ,"Tahir İLE Zühre " ..Ve batının bireyselciliği , ile Doğu'unun birliktelikliği aidiyetliliğin ifadesi midir? diyordu bir soruda.

İlk anda evet dedim..Romeo ve Juliet ne kadar ayrı ayrı iki somut varlığı anlatıyorsa Tahir ile Zühre o kadar birlikteliği "biz"liği anlatıyordu, hissettiriyordu daha doğrusu .

Yazı biraz melankolik ..olsun..Dünya giderek mekanikleşe ,dijitalleşe dursun ,hissetmekten vazgeçmeyenlerdir asıl kazananlar.

Kanıksadığımız onca şey devamında "biz"liği alıp götürürken ,"sen"i "ben"i getirdi koşturarak, olanca hızıyla.

Ne kadar gizlense de yüzlerimizdeki maskelerin altında , biz olmaya ,susuzluktan çatlamışçasına hasretiz bir çoğumuz.

İLE'lik ne kadar zorlaştı ,ne denli bulunmaz oldu..İle'likten korkup kendi "ben"liğimize sığındık ama oradada bulamıyoruz aradığımızı,asıl aradığımız İle'likken üstelik.. Başladığımız yere dönüyoruz her adımda ama inatla devam ediyoruz..

İle'lik neden korkutucu geliyor bu kadar ? Biz olmaktan kaçmak fayda getirmiyorken ,inatla kaçmak neden acaba?

Biraz cesaret her birini  ötekiyle "ile" yapacak oysa ..Biraz cesaret..